“Okutmak ve yazmak en büyük zevki idi. Okuttuğu derse ehemmiyet verirdi. Bildiğini iyi bilirdi. Bilmediği şeye de hiç karışmazdı. Hafızası çok kuvvetli idi. Ezberlediği şeyler on bin beyitten aşağı değildi. İrfan ve liyakate meftundu. Erbab-ı kudret ve fazileti candan sever, kudret ve kabiliyet gördüğü herkesi, millete karşı hizmet yolunda çalışmaya teşvik ederdi. Cahilane taassubun müdhiş düşmanı idi.
Eskiye bila-kayd ü şart (kayıtsız- şartsız) bağlı değildi. Düsturu şu idi: “Eski, eski olduğu için atılmaz, fena olursa atılır. Yeni, yeni olduğu için alınmaz, iyi olursa alınır.”
Mehmet Âkif, bir cemiyet için ilimsiz yaşamak kabil olmadığı kanaatindeydi. Asrın icabatına (gereklerine), gençliğe ve istikbale ehemmiyet verirdi.” (Eşref Edib)
Onu tanıyanların onun okumasıyla ilgili anlattıkları şöyledir:
“ Okuduğu bir kitabı tam inceler, öğreneceklerini sonuna kadar öğrenmeden bırakmazdı. Esere şöyle bir bakarak bilgiçlik taslayanlardan tiksinirdi.”
Âkif’in eserleri okuma tarzını Mithat Cemal şöyle anlatır:
“Kitabı önce toptan, sonra tenkit ederek okur, dördüncü okuyuşta intihaplarını (seçme) yapardı. Az eseri çok okurdu.”
“Hiç bilenlerle bilmeyenler bir olur mu?” (Zümer Suresi, 9)
Olmaz ya… Tabî’î… Biri insan, biri hayvan!
Öyleyse, “cehâlet” denilen yüz karasından,
Kurtulmaya azmetmeli baştan başa millet.
Kâfi mi değil, yoksa bu son ders-i felâket?
Son ders-i felâket neye mâl oldu? Düşünsen:
Beynin eriyip yaş gibi damlardı gözünden!
“Son ders-i felâket” ne demektir? Şu demektir:
Gelmezse eğer kendine millet, gidecektir!
Zîrâ, yeni bir sadmeye artık dayanılmaz;
Zîrâ, bu sefer uyku ölümdür: Uyanılmaz! (Hakkın Sesleri’nden)