En önemli ahlaki değerlerden biridir sorumluluk. Günümüzde anne babaların çocuklarında en çok aradıkları meziyettir sorumluluk. Daha pek çok şekilde tanımı yapılan sorumlulukla ilgili şu tanımları sıralayabiliriz:
Sorumluluk Nedir?
Sorumluluk;
Günü kurtarmak için değil, ileriye yönelik kalıcı çözümler üretmek için çalışmaktır.
Komşusu aç iken tok yatmamaktır.
Gerekli olan bütün tedbirleri aldıktan sonra Allah’a tevekkül etmektir.
İşe geç gelip erken ayrılmamaktır.
Bir hatan olduğunda kimsenin uyarmasına gerek duymadan hatanı görüp düzeltmendir.
Yaratıcıya karşı vazifelerini yaparak, şükretmeyi bilmektir.
Toplumda yanlış giden bir şeyler gördüğünde sosyal sorumluluk duygusuyla hareket ederek, yöneticilere haber vermek ya da bunu düzeltmeye çalışmaktır.
Sorumluluk kavramını bütün çağlar boyunca zirve noktada yaşatan tek kişi kimdir biliyor musunuz? “Anne”dir. Dünya şampiyonasına çıkmış, kaldırabileceği yükün en ağırını denemek üzere meydan yerinde bütün gücünü deneyen bir halterciden daha güçlü bir kişi arıyorsanız o annedir. Çocuğunun, daha sonra da eşinin yükünü omuzlarında büyük bir sevgiyle hisseden kişidir anne.
Zira anne altında kaldığı sorumluluğu severek yerine getirir. Sevmediğiniz iş yüktür; sevdiğiniz iş sorumluluktur. İşinizi sevdiğiniz zaman sorumluluk zevkle taşınan bir şeydir.
Size tarihimizden bir sorumluluk örneği… En az bir annenin taşıdığı kadar sorumluluk bilincini anlatan gerçek bir hadise…
Mimar Sinan’ın sorumluluk bilincinin yarısını hayatımıza dahil edelim bu ülke bir kat daha büyümekle kalmaz, insan ilişkilerindeki güvensizlik, tembellik, çalışan ve işveren arasındaki memnuniyetsizlik ortadan kalkar.
Mimar Sinan’ın 1500’lü yıllarda yaptırmış olduğu Şehzadebaşı Camii’nde bulunan mektup hayretlerimizi ecdadımızın sorumluluk şuuruna bir kez daha kilitledi.
İşte Şehzadebaşı Camii’nin restorasyonunda görev alan mühendisin anlattıkları:
“Câmi bahçesini çevreleyen duvarında bulunan kapıların üzerindeki kemerleri oluşturan taşlarda yer yer çürümeler görüldü. Restorasyon programında bu kemerlerin yenilenmesi de yer aldı.
Biz inşaat fakültesinde teorik olarak kemerlerin nasıl inşa edildiğini öğrenmiştik, fakat taş kemer inşaası ile ilgili pratiğimiz yoktu. Kemerleri nasıl restore edeceğimiz konusunda ustalarla toplantı yaptık.
Sonuç olarak kemeri alttan yalayan bir tahta kalıp çakacaktık. Daha sonra kemeri yavaş yavaş söküp yapım teknikleri ile ilgili notlar alacaktık ve yeniden yaparken bu notlardan faydalanacaktık.
Sökmeye kemerin kilit taşından başladık. Taşı yerinden çıkardığımızda hayretle iki taşın birleşme noktasında olan silindirik bir boşluğa yerleştirilmiş bir cam şişeye rastladık.
Şişenin içinde dürülmüş beyaz bir kağıt vardı. Şişeyi açıp kağıda baktık. Osmanlıca bir şeyler yazıyordu. Hemen bir uzman bulup okuttuk. Bu bir mektup idi ve Mimar Sinan tarafından yazılmıştı.
Mimar Sinan mektubunda şunları söylüyordu:
“Bu kemeri oluşturan taşların ömrü yaklaşık 400 senedir. Bu müddet zarfında bu taşlar çürümüş olacağından siz bu kemeri yenilemek isteyeceksiniz. Büyük bir ihtimalle yapı teknikleri de değişeceğinden bu kemeri nasıl yeniden inşaa edeceğinizi bilemeyeceksiniz. İşte bu mektubu ben size, bu kemeri nasıl inşa edeceğinizi anlatmak için yazıyorum.”
Sinan mektubunda daha sonra bu kemerlerin nasıl tamir edileceğini uzun uzun anlatıyor. Sinan’ın bu davranışı sorumluluk üstü bir şuurun ürünüdür.
Şunu da belirtmekte fayda var. O günlerden bugüne yıkılmadan gelen eserlerin hepsinde bu şuuru görebiliriz.Sinan’da sorumluluk bilinci olmasaydı adı bugünlere gelemezdi.
Bugün ise meydana gelen depremlerde Veli Göçerlerin yaptığı binalar on yıl geçmeden çöküyor. Ve yaşanan acılarda biz toplum olarak hep bir günah keçisi buluyor, bütün suçu onlara yüklüyoruz.
Bütün ahali bu binaları alıp satarken içinde otururken sorumluluğu neden hissetmiyor? Veli Göçerlere bunun hesabını en baştan neden sormuyor? Atalarımız bizim içimizi okumuş. Araba devrilince yol gösteren çok oluyor.