Mevlana şöyle der: “İlaç, durduğu gibi durdukça tesir etmez; içildi de yok oldu mu bütün hastalıkları giderir.” Aynı şey kitap için de geçerlidir. Ülkemizde basılan kitap sayısının artması, evlerdeki kitaplıkların son çıkan kitaplarla doldurulmasının kişiye çok bir faydası olmaz, Fayda ancak kitapların okunması ile mümkündür. Bacon’un da dediği gibi “Okumak, haz duymaya, zihnimizi beslemeye ve yeteneklerimizi geliştirmeye yarar.
Neden Okumak Zorundayız?
“Atatürk ilke ve inkılaplarına ve Anayasada ifadesini bulan Atatürk milliyetçiliğine bağlı; Türk Milletinin milli, ahlaki, insani, manevi ve kültürel değerlerini benimseyen, koruyan ve geliştiren; ailesini, vatanını, milletini seven ve daima yüceltmeye çalışan, insan haklarına ve Anayasanın başlangıcındaki temel ilkelere dayanan demokratik, laik ve sosyal bir hukuk devleti olan Türkiye Cumhuriyetine karşı görev ve sorumluluklarını bilen ve bunları davranış haline getirmiş yurttaşlar yetiştirmek istiyorsak -ki istemeyen yoktur- kitap okumak zorundayız.
Beden, zihin, ahlak, ruh ve duygu bakımlarından dengeli ve sağlıklı şekilde gelişmiş bir kişiliğe ve karaktere, hür ve bilimsel düşünme gücüne, geniş bir dünya görüşüne sahip, insan haklarına saygılı, kişilik ve teşebbüse değer veren, topluma karşı sorumluluk duyan; yapıcı, yaratıcı ve verimli kişiler yetiştirmek istiyorsak okumak zorundayız.
İlgi, istidat ve kabiliyetlerini geliştirerek gerekli bilgi, beceri, davranışlar ve birlikte iş görme alışkanlığı kazandırmak suretiyle hayata hazırlanan ve kendilerini mutlu kılacak ve toplumun mutluluğuna katkıda bulunacak bir meslek sahibi olan bireyler yetiştirmek istiyor- sak okumak zorundayız.
Hasılı; Türk vatandaşlarının ve Türk toplumunun refah ve mutluluğunu artırmak; öte yandan milli birlik ve bütünlük içinde iktisadi, sosyal ve kültürel kalkınmayı desteklemek ve hızlandırmak ve nihayet Türk Milletini çağdaş uygarlığın yapıcı, yaratıcı, seçkin bir ortağı yapacak bireylerin sayısını artırmak için okumak zorundayız.” (Milli Eğitim Genel Amaçları)
Televizyonları kapattırsak, telefonları bir kenara koysak, bilgisayarların fişini çektiğimizde çocuklarımızla baş başa vakit geçirebilecek donanıma (yani yukarıda sayılan vasıfları haiz evlatlar yetiştirecek donanıma) sahip olabilmek için çok okumak zorundayız.
Çocuklarımıza şarkılar, türküler söyleyip ezberletebilmek için, bilmeceler sorabilmek için,hikayeler, masallar, fıkralar anlatabilmek için, onlarla güreş tutup saklambaç oynayabilmek için, onları sırtımıza bindirip oda oda gezdirebilmek kısaca onlara “Hiçbir anne baba evladına güzel terbiyeden daha güzel bir hediye vermiş olmaz.” düsturunca yetiştirebilmek için okumak zorundayız.
Yukarıda söylediklerimizi biraz daha açacak olursak;
“Bundan adam olmaz” “Haklı ama boş ver arkası yok”
“Selam vermeye değmez” “Ölse de kurtulsak” “Böyle evlat mı olur”
“İnanın sizin yakınınız olduğunu bilmiyordum” gibi cümleleri son
zamanlarda maalesef çok dillendirir olduk. Duymadıysanız hatırlatalım:
Daha yeni yeni hayatı öğrenmeye çalışan çocuklarımıza önyargıyla “bundan adam olmaz” diyoruz. Çocuğumuzu bir şey olmayacağına inandırıp olamayınca da “Ben söylemiştim” diyoruz. Unutmayalım ki, çocuğunuza kırk gün ne derseniz o olur.
İki kişi arasında cereyan eden tartışmalarda haklı olan kişinin yanında değil güçlü yani arkası olan insanların yanında duruyoruz.
“Arabın Arap olmayana, Arap olmayanın da Arap olana üstünlüğü yoktur” ikazını unutup kendi insanımıza bile “Selam vermeye değmez” hadi uzaklaşalım deyip geçip gittiğimiz çok olmuyor mu?
“Rabbin, sadece kendisine kulluk etmenizi ve anne babanıza iyi davranmanızı emretti. Onlardan biri veya her ikisi senin yanında yaş- lanırsa, sakın onlara “of!” bile deme! Onları azarlama! Onlara say- gıyla hitap et! Onlara merhamet ederek tevâzu kanatlarını aç da, “Rabbim! Küçüklüğümde onlar beni nasıl şefkatle büyüttülerse, sen de onlara öyle merhamet göster” diyerek dua et.!”
(İsra suresi, 23 ve 24. ayetler)
İlahi emir böyleyken bizler üzülerek söylemeliyiz ki, yaşlılarımız için “Ölse de kurtulsak” demeyi normal karşılamaya başladık.
Sabırsızlığımız öyle safhalara geldi ki, en küçük bir olayda bile
“Böyle evlat mı olur” veya “Seni doğuracağıma taş doğursaydım” gibi inancımızla tamamen zıt cümleler söylemeye başladık.
Amirsiniz veya memursunuz işinizin gereklerini yerine getirdiniz. Yani yapamayacağınız bir işi yapmadınız. Size bir telefon gelir “Gönderdiğim kişinin işini neden yapmıyorsun?” Sizin cevabınız “İnanın sizin yakınınız olduğunu bilmiyordum” oluyor. Soruyorum size bu cevabı verdikten sonra o görevde kalmanız ne kadar doğru?
Bizi biz yapan değerlerimizi yaşatmak istiyorsak okumak zorundayız. Yani;
Biz gelmedik kavga için,
Bizim işimiz sevgi için,
Dostun evi gönüllerdir ,
Gönüller yapmaya geldik.
düsturu gereğince her insanın kalbinde bütün insanlara yetecek kadar sevgi olduğunu hatırlamak için okumak zorundayız.
Küçük bir zorlukla karşılaşınca boşanma kararı alan bireylerin sayısını minimuma indirebilmek ve dolayısıyla parçalanmış ailelerin önüne geçebilmek için, aile fertlerinin birbirlerine karşı sevgi ve saygı göstermelerini sağlamak için, okumak zorundayız.
“Haram helal ver Allah’ım!
Bu kulun yer Allah’ım!”
düşüncesi toplumumuzu çökertmeye başladığı için, okumak zorundayız.
Güçlü olanın yanında durma anlayışını, haklı olanın yanında durma anlayışıyla değiştirmek için, okumak zorundayız.
Her şeyi maddiyat olarak görme anlayışından bir an önce kurtulmak için, okumak zorundayız.
Görevini en iyi şekilde yapan insanların sayısının artması için, okumak zorundayız.
Sorumluluk sahibi, dürüstlük abidesi, vefalı, sabırlı, çalışkan, cömert insanların artması için, okumak zorundayız.
Anne- babasına, öğretmenine karşı gelmeyen yavrularımızın yetişmesi için, okumak zorundayız.
Huzurun, mutluluğun yaşlı insanların yanında olduğunu hatırlamak için, okumak zorundayız.
Koca koca odalarda yabancı gibi yaşayan insanlar yerine küçük odalarda samimi bir şekilde yaşamanın daha huzurlu olduğunu kavramak için, okumak zorundayız.
Geliştikçe değişen, değiştikçe gelişen bireylerin artması için, okumak zorundayız.
“İlim öğrenmek kadın erkek her Müslümana farzdır” hadisine uygun yaşantı sergileyebilmek için, okumak zorundayız.
“Kendi için istediğini kardeşi için de istemeyen gerçek mümin olamaz” anlayışından uzaklaşmamak için, okumak zorundayız.
İlim ilim bilmektir
İlim kendin bilmektir
Sen kendini bilmezsin
Ya nice okumaktır
anlayışından uzaklaşıldığı için, okumak zorundayız.
Bizi özümüzden, değerlerimizden uzaklaştıran kitap okumamamızdır. O halde gelin hep beraber tekrar edelim: Geçmişimizi hakkıyla idrak edebilmek ve geleceğe güvenle bakabilmek için okumak zorundayız.
Atalarımızın Zoru Neydi de Sürekli Kitap Okuyorlardı?
Fatih Sultan Mehmet’in zoru neydi de günde altı saat kitap okuyordu?
Yavuz Sultan Selim’in zoru neydi de gittiği seferlere katırlar yükü kitap taşıyordu?
Kanuni Sultan Süleyman’ın zoru neydi de Muhibbi mahlasıyla şiirler yazıyordu?
Cemil Meriç’in zoru neydi de gözleri görmediği halde çok kitap okur ve yazardı?
Ve daha nice adı altın harflerle kitaplarda yazılı değerli atalarımızın suçları neydi de kitabı, okumayı, yazmayı hayatlarının gayesi yapmışlardır?
Diyeceksiniz ki ne Fatih Sultan Mehmet’in, ne Yavuz Sultan Selim’in, ne Kanuni Sultan Süleyman’ın, ne Cemil Meriç’in, ne de diğer değerli büyüklerimizin bir suçları olduklarından okumaya ve yazmaya bu kadar önem vermişlerdir. O halde onların torunlarına yakışacak şekilde, “ ben kim, Fatih kim? Ben 6 saat zor okurum” demek yerine “Ben de en az 1 veya 2 veya 3 saat okurum.” demeliyiz.
Yavuz kim ben kim? O seferlere katır yükü kitap götürmüş. Ben götüremem yerine “Ben de gittiğim yerlere kalma süreme göre 3-5 kitap götürüp kendim için, milletim için okuyacağım.” deyin.
Kanuni gibi yazamam demeyin, Cemil MERİÇ gibi okuyup yazamam demeyin.
Diyeceğiniz tek şey şu olmalı: “Onlar yapmışsa ben de yapabilirim; çünkü ben onların torunuyum.”
O büyük insanlar kitaplara değer vermiş, kitaplar da onların değerini zirvelere çıkarmıştır. Bizim de okumak dışında bir şıkkımız yoktur.
Okumak dışındaki çözümler gerçek anlamda sorunumuzu çözecek çözümler değildir.
Asıl sorunumuz okumaktan uzaklaşmamız olmasına rağmen okumamamızın neticesinde ortaya çıkan küçük sorunlarla hayatlarımızı mahvediyoruz. Gelin yol yakınken hatalarımızdan dönelim. “Bir benden ne olur” demeden “bir benle de her şey olur” diyelim. Hatamızdan dönmek erdemini göstermek her kişinin değil er kişilerin işidir. Ümitsiz değiliz. Kitabın okunup anlaşılacağı günlerin bir gün geleceğine inancımız tamdır.
“Ey okunmamış kitap! Bir gün gelecek, okunacaksın. Üzerine belki mavi, belki ela, belki yeşil gözler eğilecek ve seni okurken ağlayanlar olacak, gülenler olacak. Gösterişsiz kapağının altında saflığını sakla ey kitap! Güzel yüzler, güzel gözler, güzel kirpikler göreceksin. O günü beklemeye değer. Bu mevsim, üşütmesin seni. Çiçekler gibi, baharı beklemeyi bil! Yaprakların bono değil, çek değil, fatura değil, bank- not değildir. Yazık ki okunsan da anlaşılamayacağın çağlar, nöbetler geçirmektesin.”(Arif Nihat Asya)