Mehmet Akif’in okul hayatı dört yaşında gittiği Emir Buhari Mahalle Mektebi’yle (günümüzdeki kreşlere denk bir eğitim kurumu) başlar. Ecdadın her uygulamasında bir hikmet arayışımız bundan olsa gerektir. Çünkü Osmanlı Devleti’nde çocuğun okul yaşı“ dört sene, dört ay, dört günlükken” başlardı.
Altı yaşından itibaren “Fatih İbtidai Mektebi’ne (ilkokul) gider. Bu yıllarda Akif; ahlak, yazı, kıraat (okuma),güzel yazı gibi dersler almaya başlar. Üç yıl da burada okur. Babası bu yıllarda Akif’e Arapça dersleri vermeye başlar.
Mehmet Akif’in En Sevdiği Hocası
İlkokuldan sonra üç yıllık Fatih Merkez Rüştiyesi’ne (Ortaokul) başlar. Her birimizin hayatında mutlaka olduğu gibi, bu yıllarda Akif’in sevdiği ve Akif’i en çok etkileyen öğretmeni Türkçe derslerine giren Hersekli Kadri Efendi olmuştur. Akif’in dil öğrenmesi konusunda onu yönlendiren o olmuştur. Bu okulda gördüğü “Türkçe, Arapça, Farsça ve Fransızca” derslerinde çok başarılı olur ve devamlı birincilikler elde eder.
Akif, Rüştiye yıllarında Fatih Baş İmamı Hafız Mehmet Rasim Efendi’den Kur’an-ı Kerim eğitimi alır. Hoca Halis Efendi’den Arapça dersleri alır. Farsça derslerini de Fatih Camii’nde Esad Hoca’dan alır.
Akif’in hayatına yön veren ve kişiliğini şekillendiren en önemli etkenlerden biri onun okul yıllarında aldığı eğitimdir. Akif bir şiirine dipnot olarak düştüğü şu cümlelerinde ilk eğitimini aldığı babasından şöyle bahseder: “Ben ne öğrendimse babamdan öğrendim. Hem hocamdır hem babamdır”. Çünkü o, ileriki yıllarda devlet adına çok farklı görevlerle kullanacağı anadili gibi bildiği Arapça adına ilk bilgileri, fıkıh, kelam, hadis gibi dini bilgileri babasından alır. Tahir Efendi kitap okumayı çok seven biriydi. Bu yüzden Akif kitaplarla çok erken yaşlarda tanıştı. Erken yaşta okumayı öğrendi.
Tahir Efendi bizim hala yapamadığımızı yani çocuklara konuşma yerine uygulayarak gösterme işini yapmıştır. Çocuklarımızın eğitiminde sözün yeri uygulamanın yanında çok az bir tesire sahiptir. Nitekim çocuklar bizim ne dediğimize değil ne yaptığımıza bakarlar. Birlikte çok vakit geçirdikleri için sürekli sohbet ederlerdi. Bu sohbet zamanlarında babası Akif’e her fırsatta yeni kelimeler, yeni bilgiler öğretirdi.
Babasının yanında Akif’in eğitim hayatı boyunca ders aldığı hocaları, döneminin en yetkin kişileridir. Yetkin hocalardan dersler alan Akif; yetkin bir öğrenci olmuştur.
Akif’in annesi Emine Şerife Hanım, Rüştiye ( ortaokul ) eğitiminden sonra Akif’in medresede dini eğitime devam ederek birdin adamı olmasını istiyordu. Babası Tahir Efendi, hiçbir konuda Akif’e baskı yapmaz, kararlarını kendi vermesi konusunda onu özgür bırakırdı.
Bugünkü az çok eğitim görmüş ebeveynlerin en büyük meselesi, çocuklarına bir yol çizmekten ziyade yol çizmeyi öğretmek olmalıdır. Kendisi doktor olamayan baba, oğlunun doktor olmasını istemekle çocuğun kararsız kişiliğine en büyük kilometre taşını koyduğunun farkında bile değildir. Çocukların da en büyük meselelerinden birisi kendileri adına verilecek önemli veya önemsiz kararların aileleri tarafından kendilerinden habersiz çoktan verilmiş olması…
Tahir Efendi bu düşüncelerle Akif’in istediği lisede eğitimine devam etmesini söyledi oğluna. Akif de tercihini Mülkiye Mektebi’nin ( ülke yönetimi için memur yetiştiren okul ) lise kısmından yana kullandı. Buokula kaydı sırasında yaşadığı olay Akif’in unutamadığı anılardan biri olacaktır:
Babasıyla birlikte gittikleri Mülkiye Mektebi kaydı sırasında, Tahir Efendi’den kayıt için herkesten alınan harç parası istenir. Tahir Efendi bir anda ne yapacağını bilemez, istenen parayı düşünür ve yanında o kadar para olmadığını nasıl söyler? Oğlunun kaydını yaptırmadan nasıl ayrılır oradan? Bir fikir gelir aklına; cebinden köstekli saatini çıkarır, görevliye uzatır. Zeki bir çocuk olan Akif o andaki şaşkınlığını bir an üzerinden atarak, babasına okula kayıt yaptırmaktan vazgeçtiğini ifade ederek oradan ayrılmak istediğini söyler. Baba oğul arasında konuşmaya şahit olan görevli durumu anlamış ve bir inisiyatif kullanmıştır.“ Kayıt harcını sonra da verseniz olur” der.
Her istediğimizi elimizin altında bulan, çoğu zaman bir dediğimiz iki edilmeyen bizler Akif gibi olabilmek için acaba hangi zorlukları yaşamalıyız? Böyle bir hayatı yaşamak acaba bizi rehavete mi sürüklüyor? Belki de bazı nimetlerden mahrum kalmak bizi farklı bir noktaya, idealist bir çizgiye doğru mu çekecektir? Bunların muhasebesini yaparak insan bir daha düşünmeli nerde olduğunu, nereye varmak istediğini…