“Mehmet Âkif, şiirlerinin de ilerisinde bir karakter anıtıdır. Öyle halis yaratılış ve fazilet adamıdır ki, bunu şiir ve yazıları kadar 63 yıllık ömrünün nice davranışları içinde bilhassa görmekteyiz. Son yüzyıllık tarihimizde özü sözüne, “eylem”i “söz”üne uyan kimseler fazla olmadığı için, Mehmet Âkif’in bu örnek kişiliği üstünde durulmalıdır.
“Öz prensiplerini hareketleriyle zedelemeyen, hatta onları yaşayış haline koyabilen sayılı insanlarımızdandır. Âkif, bir ölüm kalım devresinde manevi değerlerimizi temsil etmiştir. O, halkın üstüne titrediği ilme ve ahlaka bağlı faziletleri yurt ölçüsünde bir heyecan ve hareket haline koymasıyla Hint kurtuluşunun Gandi’sine benzer. Dürüstlüğü, yalan söylemezliği, gözünü budaktan esirgemez mücahitliği ve halk kitleleri üstündeki tesiri bakımlarından da Gandi’yi hatırlatmaktadır.” Yukarıdaki satırlar rahmetli Ahmet KABAKLI hocamıza aittir.
Onun da ifadeleri üzere Mehmet Âkif, özü sözü bir; davranışlarını söze döken; olduğu gibi görünen ve göründüğü gibi olan; işleri söz gerektirmeyen vasıfları haiz 20. yüzyıl değerlerimizden biridir. Onun bir değer olması aslında değerlerini hayatında yaşamasıyla ilgilidir. O söylediklerini yapmış, yaptıklarını söylemiştir. Onun hayatında bir tezat göremezsiniz. O aslında ideal Müslüman portresi çizmektedir bizlere. Hayatının bütününe bakıldığında, hayatının hiçbir döneminde onun çizgi dışına çıktığını göremezsiniz. Ondaki azim, çalışkanlık, kararlılık, sözünde durma, cömertlik, dostluk, mütevazilik, hoşgörü, vatan-millet sevgisi gibi bizi biz yapan değerler Âkif’in hayatının her dönem yaşantısında görülen değerlerdendir. Yani o çocukluğunda nasıl çalışkansa ölümüne kadar bunu devam ettiren, öğrenciliğinde nasıl sözünde duran biriyse ölümüne kadar bunu devam ettiren bir dava adamıdır.
Aşağıdaki satırlar Âkif’le 35 yıl geçiren Mithat Cemal’ e aittir. Sadece bu satırlar bile onun günümüz için örnek alınacak gerçek bir dava adamı ve günümüze bir deva adamı olduğunun en bariz göstergelerindendir:
“İlk tanıdığım zaman ona inanmadım. Bir insan bu kadar temiz olamazdı; fena aktör, melek rolünü oynamaktan bir gün yorulacaktı, gayri tabii bir faziletten yorulan yüzünü bir gün görecektim. Fakat 35 sene bu gün gelmedi. 35 sene, onun yanından her çıkışımda, kendime hep bu sualleri sordum: Bu tevazu kendi kendini inkar etmek derecesine nasıl çıkıyordu? Mahrumiyetlerden yılmayan seciyesiyle kendisini nasıl kahraman sanmıyordu? Onu yakından tanıyanlar için her geçen gün nasıl onun lehine geçen bir gün oluyordu? Onun temizliği yanında insan kendi günahlarından muztarip olurken, o, kendisinin sizden başka olduğunu nasıl görmüyordu? Ve bir sanat kadar güzel olan bu mahviyet, bir taraftan da bir sanat kadar çirkin değildi?”
Mehmet Âkif’e sahip çıkmak istiyorsak, Âkif gibi olmak istiyorsak onun taviz vermeden yaşadığı değerleri bizim de hayatımıza tatbik etmemiz gerekmektedir. Aksi takdirde Âkif’i anlamamış oluruz. Aşağıdaki hikayede geçen “Ahlak” aslında Âkif gibi, değerlerine sımsıkı bağlı olan büyüklerimizi temsil ediyor. Bizlere düşen onlara sahip çıkmaktır. Yolumuzu aydınlatanların onlar olduğunu, onları kaybedersek de yolumuzun kapkaranlık olacağını bir an olsun unutmayalım.
Su, Ateş ve Ahlak Öyküsü
Su, Ateş ve Ahlak dostluk kumuşlar. Günün birinde ormanda dolaşmaya çıkmışlar. Bir müddet sonra içlerine bir korkudur düşmüş. Orman çok geniş bir alanı içine almakta ve çok da karmaşıkmış. Her türlü ihtimale karşı birbirlerini kaybederlerse, nasıl bulacaklarını düşünmeye başlamışlar.
Ateş ve Ahlak suya sormuş:
-“Kaybolursan seni nasıl bulacağız?
Su cevaplamış:
-“Nerede bir şırıltı duyarsanız ben oradayım.” demiş.
Sıra ateşe gelmiş.
Su: -“Seni yitirirsek ne yapalım?” diye sormuş.
Ateş: -“Duman gördüğünüz yerde ben varım.” Cevabını vermiş.
Sıra Ahlak’a gelince cevabı şu olmuş:
-“Beni kaybetmeyin; eğer kaybederseniz, bir daha asla bulamazsınız.