“Ey Müslümanlar! Sizde ruhtan, histen eser yok mu? Ne zamana kadar bu zillete tahammül edeceksiniz? Lânet o zelîlâne hayâta ki, sahibini dünyâda sefil, âhirette rezîl eder. İman demek, zillet demek değildir, îman demek, ta’arruza, tecâvüze, hakarete tahammül etmek, a’dâ-yı dînin tahakküm-i kàhirine serfürû eylemek değildir. İman demek, izzetle yaşamak, izzetle ölmek demektir. İslâm’ın asırlardan beri dûçar olduğu zilletin kàl ü kalemle tasviri mümkün değildir.
İslâm’ın istiklâlini, İslâm’ın istikbâlini düşünerek bütün mesâiyi bunların istihsâline, te’mînine hasr etmeli. Fe-illâ, ne yerin üstünde, ne de altında bizim için bir melce’ yoktur. Allah’ın Peygamber’in kahr u gazabıyla makhûr u müdemmer olmayalım. Bizden evvel gelip geçen mü’minleri mahşerde yüzümüze tükürtmeyelim. Hayat bizim için âr olmasın, şeref olsun. Şerefle ölmeyi, âr ile yaşamaya tercih edelim.
Mehmet Akif Hayatının Hiçbir Döneminde Karamsar Olmamıştır
Âlem-i İslâm bugün pek büyük bir tehlike karşısında bulunuyor. Her müslim için bunun def’i farz-ı ayındır. Herkes istitâatı (gücü yetmek) müsâid olduğu kadar bu tehlikenin önüne geçmeye çalışmalı, kat’iyyen mağlûb-i fütûr olmamalı. Tezelzülden masun bir azm ile : “Evet, biz dinimize, hukukumuza tecâvüz ettirmeyeceğiz. Bize savlet edenlere silâhımız yoksa, dişimizle, yumruğumuzla hücûm edeceğiz” fikrini zihnine yerleştirip, Allah’ın nûrunu söndürmeye kıyam eden ağızları bu yumruklarıyla tıkamaya çalışmalı. İşte Allah’ın, Peygamber’in rızâsı bu suretle hareket etme[1]dedir.” (Sebilürreşad, 12 Kasım1914)
Yukarıdaki dergilerde çıkan yazılarından da anlaşılacağı üzere Mehmet Âkif hayatının hiçbir döneminde özellikle vatan ve millet işlerinde karamsar olmamıştır. Yanındakilere hep umut aşılamıştır. Daha Almanya’dayken düşmanın Çanakkale’yi geçemeyeceğini söyleyerek ne kadar ümitvar olduğunu göstermiştir. Onun literatüründe karamsarlık yoktur. Aydınlık günlerin geleceğine inancı tamdır. Özellikle Kurtuluş Savaşı sürecinde Anadolu’nun birçok yerine giderek halka ve cephelerde askerlerimize hep umut aşılamıştır.
Asım neslinin genci, kısaca Âkif ve diğer değerli insanlarımız kışı yaşadıkları halde etrafındaki insanlara baharı anlatmışlardır. Baharı Âkif görmüş müdür derseniz, şöyle cevap verip onun satırlarıyla sizleri baş başa bırakalım: “Büyüklüğün emarelerinden biri de şartlar ne kadar ağır olursa olsun çevresine güzel günler müjdeleyebilmesidir. Kendisi baharı yaşayamayacağını bilse bile bunu yapar büyük insanlar. Mehmet Âkif de böyle bir insan. Dolayısıyla o da baharı göremeden bu dünyadan ayrılmıştır. Her şeyi bizim için yapmıştır.”
Duygusuz olmak kadar dünyâda lâkin derd yok;
Öyle salgınmış ki mel’un: Kurtulan bir ferd yok!
Kendi sağlam… Hissi ölmüş, ruhu ölmüş milletin!
İşte en korkuncu hüsrânın, helâkin, haybetin!
Ey, ölüm renginde topraktan hayat i’lâ eden,
Bir yığın toprak da olsak, sâde çiğnenmek neden?
Başka tıynetler mi hep şâyân olan ihsânına?
Âh, yükselsem de, bir düşsem senin dâmânına !
Bir nesîm ister kımıldanmak için canlar bugün;
Bir nesîm olsun, İlâhî… Canlanır kanlar bütün.
Nev-bahârın rûhu etsin bir de bizlerden zuhûr…
Yoksa, artık Sûr-i İsrâfîl’e kalmıştır nüşûr! (Hakkın Sesleri’nden)
Şu kadar var ki şebâbında (gençlik) ufak bir gayret
Başlamış… Bir gün olup parlayacaktır elbet.
O zaman işte şu toprak yeniden işlenerek,
Bu filizler gibi binlerce fidan besleyecek! (Süleymaniye Kürsüsünde’den)
Doğacaktır sana vadettiği günler Hakk’ın…
Kim bilir, belki yarın, belki yarından da yakın. (İstiklal Marşı’ndan)