Günümüzde çıkarlar için kurulan ve yürütülen arkadaşlıklar…
Ekonomik refah için yapılan mantık evlilikleri…
Anneye babaya, miras için gösterilen sahte gülücükler, yalan sevgiler…
Bunların hepsi toplumumuzda sevginin azaldığını göstermektedir. Sevgisizliğin bir neticesidir. Sevgi toplumundan menfaat toplumuna dönüştük. Bütün saygısızlıklar, bütün sevgisizlikler hep şahsi çıkarlarımız içindir.
Çıkarların önde olduğu toplumlarda sevgi, saygı, yardımseverlik, iyilik hep arkalarda durur. İyilik toplumundan menfaat toplumuna, sevgi toplumundan nefret toplumuna dönüşüyoruz.
Aldatmalarla, içten pazarlıklarla, küçük hesaplarla, parasal çıkarlarla, pragmatist yaklaşımlarla işleyen sistem içerisinde sevginin yeri gittikçe azalıyor.
Ahmet Şerif İzgören Hoca’nın bir beyin grafiği vardır. Çok isabetli bir çalışmadır. Grafiğe göre, beyninizde nefret, menfaat, kişisel hesaplar, parasal düşünceler ve maddi değerler arttıkça; sevginin, saygının, hoşgörünün, iyiliğin yeri daralmaktadır. Yani zıt değerlerin her ikisini de barındıran insan beyninde, hangi değer artarsa diğeri azalmaktadır.
Sevgisizliğe Neden Olan Unsurlar Nelerdir?
Sevgilerimizi günden güne azaltan ve tüketen unsurların başında televizyon geliyor. Televizyonda gördüğümüz o şarkı söylemeye çalışan insanların (şarkıcı demiyorum, sanatçı hiç demiyorum.) sevgi dolu şarkılarına kulak vermeden önce; o ışıltılı, pırıl pırıl, sorunsuz gibi görünen hayatlarına bakıp öyle karar verin. Benim bu insandan alacağım ne olabilir diye düşünün. Bunların amacı nedir, benim amacım nedir, diye düşünün.
Kin, nefret ihtiras, para ve şehvet dolu hayatlarının bize ne fayda sağlayacağını söyleyeyim. Onların hayatları bize ancak ibret olur. Ama her gün ibretlik tele voleleri, magazin haberlerini izlemek yerine kendi hayatımıza şekil vermeliyiz.
Bir gün o adamla, bir gün bu adamla birlikte olup, bunun adına aşk diyenlere, arkadaşlık diyenler ya aşkı bilmiyor ya da bunların yaptıkları işin Türkçesini. Bunun adının aşk olmadığı kesin, o kadarını söyleyelim. Bütün temiz, sadık ve doğal sevgilerimizi tükettiler onlar. Ekranda gördüğümüz ışıltılı yaşantılarının arkasında ruhsal saplantıları, nefret duyguları, para ve şöhret hırsları, çarpık ilişkileri yatmaktadır. Bunlar bize sevgiyi öğretecek en son kişi bile olamazlar.
Peki, diyeceksiniz ki; öyleyse insanlarımız neden bu kişilerin konserlerine koşuyor, alanları ağzına kadar dolduruyor. Bunun sebebi medya, tanıtım, reklam, ışıklar, sesler, sosyal faaliyet, popüler müzik, popüler kültür, cinsellik…
Konsere giden erkekler bayan şarkıcının ne giydiğine, neresini açtığına; bayanlar ise erkek şarkıcının nasıl hareketler yaptığına, nerelerini sergilediğine bakıyor. Bu bütün erkekler ve bayanlar için geçerlidir demiyorum ama bu dediklerim için gidenlerin sayısı azımsanmayacak derecededir. Ortada sanattan çok görsellik ve cinsellik ön plana çıkmaktadır.
Ve en hazin tabloyu özetleyecek olursak; bu kişilere benzemek için yaşayan bir sürü amaçsız, sevgisiz, aşksız ve ruhsuz gençlik… İşte bu yüzden sevgilerimizi tüketiyorlar. Her yaptıklarıyla kalbimize siyah bir nokta koyuyorlar.
Size tertemiz bir sevgi hikâyesi aktarıp, daha sonra hikâyeyi günümüze uyarlayalım. Ortaya ne çıkacak görelim. Bir hayat boyunca nereden nereye geldiğimizin muhasebesini varın siz yapın…
Küçük kız altın yaldızlı bir kâğıtla kutuyu eğri büğrü sarar. Babası akşam eve geldiğinde pahalı bir hediyelik kaplama kâğıdını ziyan ettiği için 3 yaşındaki kızını azarlar.
Sabahleyin küçük kız paketi babasına getirip:
Bu senin babacığım diyerek uzatır. Kızının bu davranışı üzerine akşam söylediklerinden pişman olan baba kendinden utanır. Kızına yaptıkları için üzülür.
Heyecanla paketi açar, bakar, paket boştur. Yine sinirlenir ve kızına çıkışır. Birine hediye verdiğin zaman, kutunun içinde bir şey olması lazım der. Bunu da mı bilmiyorsun, küçük hanım der.
Küçük kız ağlamaklı gözlerle; o kutu boş değil ki babacığım içine öpücüklerimi doldurmuştum der.
Bu sözler üzerine babası ikinci bir şok geçirmektedir. Ağlayarak kızına sarılır. Ve kutuyu ömrü boyunca saklar.
Evet, gerçek, saf ve temiz sevgi budur.
Sevgilerin Kirlenmesinde Hepimiz Suçluyuz
Hikâyeyi buradan biz devralalım.
Bu küçük kız büyür 15 yaşına gelir. Babası akşam eve geldiğinde eşi onu kapıda karşılar ama kızı yoktur. Gider bakar kızı odasında internette, sosyal paylaşım sitelerinde, ya da ne olduğunu, kim olduğunu bilmediği kişilerle sohbet (chat) etmektedir.
Bugün nasılsın kızım, neler yaptın bakalım diye halini hatırını sorar. 15 yaşındaki kız umursamaz tavırlarla iyiyim babacım, bir arkadaşımla konuşuyorum. Biraz sonra yanına geleceğim der.
Yemek vakti gelir kız hala internettedir. Kızı zorla yemeğe çağırırlar. Kızın işi bitmemiştir. Annesi yemeği bilgisayar masasına getirir.
Kız biraz sonra oturma odasında görünür. Başladı mı diye sorar. Annesi başladı der. Geçerler televizyonun başına ….. dizisini izlerler ailecek. İki saat boyunca, zengin bir çocuğa âşık olan fakir kız Feriha’nın dramını izlerler. Feriha’nın dramını izlerken, kendi dramlarını düşünmezler. Fatmagül’ün Suçu Ne diye sorarlarken birbirlerine, bizim suçumuz ne, bu gidiş nereye diye hiç sormazlar.
Küçük kızın babasına duyduğu öpücüklerle dolu temiz sevgisini, artık televizyon dizileri, sosyal paylaşım siteleri, chat siteleri, müzik grupları, partilerdeki yalancı ve gösterişli sahte aşklar çalmıştır. O temiz sevginin nereye gittiğini, nasıl kaybolduğunu kimse anlayamamıştır.